Sosyal ağların günümüzde ne anlam ifade ettiği konusunda hepimiz bir fikre sahibiz artık. Dünya nüfusunun 3 milyardan fazlasının sosyal ağları kullandığı, ülkemizde ise bu rakamın 35 milyonun üzerinde olduğunu biliyoruz. Peki nasıl oldu da yaklaşık 10-15 yıl içinde nerdeyse dünya nüfusunun yarısı sosyal medyanın bir parçası oldu?
Teknolojide yaşanan gelişmelerin ötesinde bu yaygın kullanımın altında yatan birçok sosyolojik ve psikolojik gerçekler var. İsterseniz bunlara bazılarına sırasıyla bakalım:
Şehirleşme: Şehirlere akan nüfusla birlikte ülkemizde de buralarda yaşayan insan sayısı arttı. Özellikle kalabalıklaşan şehirlerde nüfus sitelerde ya da çok katlı apartmanlarda yaşamaya başladı. Sonuçta çocuklar evden okula, okuldan eve servisle giden dışarıda akranlarıyla sosyalleşmek yerine evde vakit geçiren bireyler haline geldi.
Çalışan anne-baba: Hızlı şehirleşmeyle çalışan anne-baba sayısı da yükseldi. Çocuklara ayrılan zaman hem süre olarak azaldı, hem de bu zamanın niteliği düştü.
Tek çocuk sendromu: Ailelerin birçoğu farklı nedenlerden dolayı da olsa tek çocuk sahibi olmayı tercih ediyor. Özellikle annelerin çoğunun çalışıyor olması, çocuğun bakımını ve büyütülmesini zorlaştırıyor. Bu nedenle çocuklar çok erken aylarda ya bakıcılara ya da çocuk bakan kurumlara teslim ediliyor. Çocuklar evde kardeşleriyle sosyalleşmekten mahrum kalıyor.
Teknoloji bağımlısı anne-babalar: Eğitimde çok yaygın kullanılan şu slogan sanırım bu durumu en iyi anlatan ifade olacaktır: “Çocuk söyleneni değil, gördüğünü yapar.” Maalesef çocukla evde geçirebilecekleri kısıtlı zamanı bile ellerinden düşüremedikleri cep telefonlarına feda eden anne-babalar onların da benzer davranış göstermesinde en önemli rol model oluyor.
SOSYAL MEDYA KULLANIMI VE BEYİN ARASINDAKİ İLİŞKİ
Sosyal ağ kullanımına katkı yapan bu gerçeklerle birlikte hemen her yaştan bireylerin sosyal ağ bağımlısı olmasının fizyolojik bir boyutu da var. Beynimizdeki Nukleus Akkumbens (Nucleus Accumbens) merkezi ödül ve pekiştirmeden sorumlu olan merkez. Bu merkez aynı zamanda dopamin hormonunun da salgılandığı yer. Dopamin, diğer adıyla mutluluk hormonu, insanın günlük yaşamında ve öğrenme ortamlarımda çok önemli rol üstleniyor. Nukleus Akkumbens merkezini harekete geçiren ve dopamin salgılanmasını sağlayan birçok eylem var. Örneğin, çikolata veya makarna yediğimizde kendimizi iyi hissetmemize neden olan dopamin hormonu bu merkezden salgılanıyor. O zaman sosyal medya kullanımı ve beynin Nukleus Akkumbens merkezi arasında bir ilişki olabilir mi?
UCLA’de (Kalifornia Üniversitesi, Los Angeles) 2016’da tamamlanan bir çalışmada yaşları 13-18 arasında değişen 32 genç fMRI teknolojisi kullanılarak beyin görüntülemesi yapılan bir çalışmaya dahil edildi. Bu gençlere bilgisayar ekranında kendilerinin sosyal medyada paylaştıkları resimler, 12 dakika boyunca gösterildi. Bu resimlerin altındaki beğeni (Like) sayıları ise araştırmacılar tarafından manipüle edildi, bazıları azaltılırken bazıları artırıldı. fMRI teknolojisiyle yapılan beyin görüntülemelerinden anlaşıldı ki, kendi resimleri altında daha fazla beğeni sayısı gören geçlerin beyinlerindeki Nukleus Akkumbens merkezi çalışmaya katılan ve resimleri daha az beğeni alan diğer gençlere göre daha aktif. Bu ve benzeri birçok çalışmada da gösterildiği gibi sosyal medya kullanımı aslında beynimizdeki ödül-pekiştirme merkezi olan Nukleus-Akkumbens’i harekete geçiriyor ve bu merkezden salgılanan dopamin hormonu insanların kendilerini iyi hissetmelerini sağlıyor. Alkol, sigara ve kumar bağımlılığında da olduğu gibi, aslında aşırı sosyal medya kullanımı bireylerin kendilerini iyi hissetmek için tekrarladıkları davranışların bir sonucu ve bu aşırı dopamin hormonu salgısı bir bağımlılığa dönüşebilir.
MUTLU ÖĞRENCİ DAHA İYİ ÖĞRENİYOR
O zaman insanlara sosyal medya kullanmak yerine kendilerini iyi hissettirecek ne tür etkinlikler önerebiliriz? Fizyoloji alanında başka bir araştırma bize gösteriyor ki, eğer çocuklar öğrenme ortamında sevdikleri bir etkinlikle derse başlarlarsa, mesela bir müzik aleti çalarak, bu öğrencilerin beyni mutluluk hormonu olan dopamini yüzde 9 oranında daha fazla salgılıyor. Uyuşturucu madde kullanımında bile bu artışın yüzde 22 olduğunu düşündüğümüzde, yüzde 9’luk bu artışın ne anlama geldiğini daha iyi yorumlayabilirsiniz. Mutluluk hormonu yüksek olan öğrencilerin yeni bir şey öğrenme ihtimalleri diğerlerine göre daha yüksek olacak. Örneğin, derslere bir fiziksel etkinlik ya da müzik etkinliğiyle başlamak öğrencilerin mutluluk hormonu seviyesini artıracağı için dolaylı olarak öğrenme başarılarını da yükseltecek. Sanırım birçoğumuz, eğitime sabah spor ve müzik etkinlikleriyle başlayan Köy Enstitüleri’ndeki çocukların başarısının altında yatan bilimsel ilkelerden birini şimdi çok daha iyi anlamışızdır. Bu ve benzeri bilimsel çalışma sonuçlarına ulaşmak ve bu sonuçların sınıf içi uygulamalarını görebilmek için farklı üniversitelerden farklı bilim dallarından uzmanlarca Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) oluşturduğumuz Neosinaps ve Neopedagoji gruplarının çalışmalarını takip edebilirsiniz.
Prof. Dr. Soner YILDIRIM – ODTÜ Eğitim Fakültesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü